Hsipaw’da üç günlük trekking’ten sonra çok mutlu ama aynı zamanda kelimenin tam anlamıyla bitik haldeydim. Bedenimi hiç bu denli zorlamamıştım, bu yüzden kaslarım ‘lütfen, lütfen rahat bırak bizi’ diye isyan ediyordu. Dinlenmem gerekiyordu ama aynı zamanda devam da etmek istiyordum. Tabi ki devam etmeyi tercih ettim 🙂 Ormandan çamura bulanmış vaziyette çıktıktan sonra Mandalay’dan beri beraber seyahat ettiğim arkadaşımla Inle Lake’e otobüs biletimizi aldık (8.000 kyat – 6 dolar). Eşyalarımızı bıraktığımız hostel’de duş aldıktan sonra yeniden yollara…
5,5 saat sonra sabaha karşı Inle Lake’e ulaştık. Hem çok yorgunduk ve hiç sosyalleşmek istemiyorduk hem de dinlenmeye ihtiyacımız olduğu için hostel’i tercih etmek yerine Princess Garden Hotel’de kalmaya karar verdik. Bazen iki kişi gezmenin böyle avantajları oluyor, kişi başı tek yatağa ödeyeceğiniz ücreti bölüşüp bir oda tutabiliyorsunuz. Aynı zamanda Myanmar’da kalma ücretleri diğer Asya ülkelerine oranla pahalı olduğu için işimize de geldi. Otel’in bahçesi, havuzu ve kahvaltısı çok iyi. Myanmar’da ister hostel’de kalın ister otel’de kahvaltı her zaman oda fiyatına dahil ama buradaki kahvaltı özlediğim cinstendi. Krepler ardından yumurta, ekmek…
Yalnız buna rağmen ertesi gün otelden ayrılmak durumunda kaldık çünkü odamızdaki koku dayanılmaz hal almıştı. Buradan Ostello Bello Hostel‘a transfer olduk. Artık iyice dinlendiğimize emin olduktan sonra gezmeye başladık.
Inle Lake, Myanmar’ın diğer şehirlerine göre en turistik olan bölgesi. Burada yapabileceğiniz temel iki aktivite var; birincisi bisiklet kiralayıp etrafı gezmek, ikincisi bota binip inle gölünde gezintiye çıkmak. Sabah erkenden hostel’e yerleşir yerleşmez göl kenarındaki botlarla anlaşmaya gidiyoruz. Kişi başı 15 kyat (11 dolar) anlaştıktan sonra Myanmar’ın en büyük ikinci gölü olan Inle gölünde keyifli yolculuğumuz başlıyor.
Önce yüzen çiftliğin yanından geçiyoruz. Inle gölü çevresinde tarım, balık tutma ve dokuma yoluyla yaşamlarını sürdüren Intha (gölün oğulları) adlı bir etnik grup yaşıyor. Intha’ların ataları yüzyıllar önce Myanmar’ın güney bölgesinden Tayland ile aralarında olan savaştan kaçıp buraya yerleştikleri söyleniyor. Gölün yaklaşık %25’i yüzen çiftliklerle kaplı. Öğrendiğime göre suyun üzerinde suni olarak yarattıkları topraklarda domates, patlıcan, kabak ve fasulye yetiştiriyorlar. Uzun kuyruklu botlarıyla ürünleri toplamaya gelen çalışanları daha sonra da balıkçıların zarif hareketlerde balık tutmalarını izliyorum.
Kısa bir süre sonra Khit Sunn Yin dokuma merkezine ulaşıyorum. Inle gölünde dokuma sanatı gelenek haline gelmiş geçim kaynağı. Khit Sunn Yin’de lotus, ipek ve pamuktan nasıl dokumacılık yaptıklarını öğreniyorum. Daha önce lotus’tan dokuma yapıldığını duymamıştım. 4000 adet lotustan sadece bir tane şal yapılabiliyor. Uzun zaman alan ve gerçekten emek gerektiren bir iş. Ortaya çıkan ürünler ise sanat eseri, hepsinden satın almamak için kendimi zor tutuyorum.
Buradan gümüş ustalığı ile ünlü Ywama köyüne gidiyoruz. Inle gölünde gümüş yapımı da geleneksel geçim kaynaklarından biri. Gümüş işçiliğinin yanı sıra burası aynı zamanda ahşap oymacılığı ve ahşap Myanmar şemsiyeleri ile de ünlü.
En son Padaung kabilesine ait “uzun boyunlu” kadınların olduğu bölgeye gidiyorum aslında buranın yerlisi değiller sadece turist çekmek amaçlı orada oldukları çok belli. Bir süre ne yaptıklarını inceliyorum, gözlerindeki mutsuzluk içimi sıkıyor. Fotoğraf çekmekten vazgeçiyorum. Böyle turistik tuzakların içerisinde olmak hoşuma gitmiyor.
Bota geri dönüp geri dönüş yoluna koyuluyorum. Inle gölünde seyahat etmek çok huzurlu. Etraf yemyeşil, binlerce lotus çiçeğinin arasından geçip gidiyorum. Hostel’e dönerken kendimi tamamlanmış hissediyorum. Akşam yemeği için yine yeniden ”Sun Flower” restoranını tercih ediyorum hem diğer yerlere göre fiyatı ucuz hem de yemekleri çok lezzetli. Tabak tabak bitiresiniz geliyor.
Ertesi gün kaldığım yere 7 km uzaklıkta ”Red Mountain” isimli bir şarap bağı ve şarap evi olduğunu öğreniyorum. Hiç düşünmeden Fransız arkadaşımla bisikletlere atlayıp bağa doğru son hız sürüyoruz. Asya’ya geldiğimden beri bir bardak ”iyi” ve ”ucuz” şarap içememiştim. İnternetten okuduğumuza göre peynir tabakları da var. Daha da hızlanıyoruz 🙂 30 dakika sonra şarap bağına ulaştığımızda gördüğüm manzaradan bir süre gözlerimi alamıyorum. Güneş yavaştan batmaya başlıyor, etraf sessiz ve şaraplarımız geliyor. Red Mountain bağları iki bölgeye ayrılmış 75 hektarlık bir alana yayılıyor ve üzümleri test etmek için birçok farklı uzman getirtilmiş. Burada deneyebileceğiniz beyaz şaraplar; Sauvignon Blanc, Chenin Blanc ve Chardonnay. Kırmızı şaraplar ise; Shiraz, Carignan, Pinot Noir ve Tempranillo. Bir bardak şarap 4,000 kyat (2,9 dolar)
Taylan’da tanıştığım ve gezdiğim bir arkadaşımın burada ve hasta olduğunu öğreniyorum. Aslında ertesi gün Kyaikto‘ya gidip ”Altın Kaya‘yı” görmek istiyordum ama sis ve sel baskınları nedeniyle hem de arkadaşımı bu halde yalnız bırakmamak için planımı iptal ediyorum. Bu sırada beraber gezdiğim arkadaşım Yangon’a doğru yola çıkıyor ben de diğer arkadaşımın yanına Gypsy hostel‘e taşınıyorum. Kalma yerine ödediğim ücret daha da düşüyor (kişi başı 4 dolar) ve kahvaltısı ise şiir gibi… Önden omlet ve krep (yanında çeşitli reçeller) shan noodle, dilediğin kadar kahve, dilediğin kadar ekmek.
Eşyalarımı bıraktıktan sonra 1 dolara bisiklet kiralıyorum ve etrafı gezmeye başlıyorum. Amacım bir süre sonra güzel bir manzara tepesi bulup seyre dalmak. Şehirden çıktıktan sonra Inle Lake’in kuzeyine doğru pedallıyorum. Bir süre sonra tepeye tırmanıp manzarayı izleyebileceğim bir tapınak bulup burada dinleniyorum. Geri dönüş yolunda yolu bozuk ama manzarası hoşuma giden bir yol görüyorum ve hemen yola doğru yönümü değiştiriyorum. Bir süre sonra çocuk kahkahaları duyuyorum ve yolun sonunda derede yüzen çocuklarla karşılaşıyorum. Günün en güzel hediyesi yine çocuklar oluyor.
2 Comments
her ne kadar tembelliketen kendim yapmasamda sanirim treking yaparak ve bisikletle gezmek bir ulkeyi gormenin en guzel yolu.
Asya için kesinlikle bisiklet veya motosiklet ile gezmek farklı bir bakış açısı katıyor.