Ne kadar da azimlisin, önüne ne çıkarsa durmuyorsun, ne kadar da istikrarlısın diyorlar… Gülüyorum içimden, bazen dudağımın yanına bir tebessüm konuyor. Olduğum yerde durursam ne yaparım hiç bilemedim ki, durmanın sözlük anlamı fişi çekip öylece durmak, hiçbir şey üretmemek olmadı hiçbir zaman benim lügatımda. Üretememek, öylece durmayı çok karanlık bir yer olarak tanımladım hep. Durursam sanki düşecekmişim, durursam elim ayağıma dolaşır da işleri iyiden iyiye karıştırırmışım gibi. Tercihlerim de var elbet, hepimizin olduğu gibi. Şimdi buradan yürümek istiyorum dediğim patikalar var, tüm seçimlerimin sorumluluğunu sırtlanarak yürüdüğüm yollar, hep var. Ben galiba yolda yürümenin müptelasıyım; herhangi bir taşıt içinde manzarayla yol almak, karşılaştığım hikayeler. Bedenim ruhumun taşıtıysa benim ruhum yolculuk seviyor demeyi öğrendim yıllar içinde. Yolculuk deyince aklınıza ne geliyor? Sadece A noktasından B noktasına ulaşmak mı? A noktasına giderken yolda yaşadıklarınız mı? Geri dönmek mi? Yola çıkmak kelimesi bana hep yeni başlangıçları anımsatıyor, yeni bir şey öğrenmek de buna dahil.…
Her bir semti, sokağı, mimarisi bambaşka hikayeler anlatır. Herhangi bir sokağının içinde ya da tarihi bir binanın önünde saatler geçirirsin de anlamazsın. Kadıköy’deki zaman Fatih’te aynı akmayabilir, Beşiktaş…
Bu sefer iniş takımlarımı açmayı unuttum ya da kasten bıraktım. İpin ucunu saldım. Sürekli telaş halinde dolanan zihnim ve öğretmen edasıyla onu eğitmeye çalışan Bengi’den yoruldum. Ben de…
Bisiklet ile seyahat ederken bir süre yol arkadaşımla ‘hiçlik’ üzerine konuştuk ve sohbetimizin sonucunda uçan halımın üzerinde bambaşka yerlere ışınlanmış, TDK’nın ‘yokluk’ olarak tanımladığı bu hiçlik tanımını tanımayıp kendi sözlüğüme ve günlüğüme kendi açıklamamı yazmıştım. gözle görülmez kavranamaz tahayyül edilemez öncesi ve sonrası yoktur zamandan, mekandan ve maddeden münezzehtir eşi veya benzeri yoktur doğurmamıştır, doğrulmamıştır bütün noksanlıklardan uzak, zira o varken noksanlık olamaz İlk zamanlar keşfettiğim bir ben vardı, yeni yerler, tatlar ve duygular deneyimledikçe dönüşüyordu. Birkaç zaman sonra anladım ki ben diye oluşturduğum şey aslında köklerinin doğaya, insana bağlı olduğu mini bir enerji kütlesiydi. Yolda olduğumdan beri, etrafımda olan biteni görüyor, dokunuyor, kokluyordum, tüm bunları yaparken arka planda düşünüyor aynı zamanda hissediyordum da. Hepsini bir masaya oturtmak istediğimde sürekli ağızlarını bozuyorlardı, hepsi ayrı telden çalıyordu. Yoruldum. Ben de hepsini masada bırakıp tecrübe ettiğim her neyse, onun bana hissettirdiği şeye odaklanmaya karar verdim. Tüm tecrübelerden ve insanlardan öte, o masada…
Şimdi yeniden aklıma yollar düştü. Daha fazla tecrübeyle dolup taşmak, durduğum noktadan dünyaya bambaşka gözlerle yeniden bakmanın, oku yaydan çıkarmanın vakti. Tüm bunların sonunda, ya yaşam modelimi hiç değiştirmemeyi ve elimdekilerle yetinmeyi öğreneceğim ya da ayağımı sıkan ayakkabıları bir daha elime almamak üzere çıplak ayak gezeceğim. Kim bilir…
Evinin kanepesinde oturup hayatın öylece akmasını istiyorsan ne âlâ ama dünya göz yumamayacak kadar çok güzel. Şuna inanıyorum; geçmiş arkada kaldı, yarın ne zaman gelir ne olur bilemezsin. Sadece şu anın var.