Keyfine düşkün ruhum rahatı buldu mu hemen postu koltuğa seriveriyor. Hostel’e yerleştikten sonra ilk iki gün neredeyse yemek yemek için mutfağa gitmek dışında koltuktan kalkmıyorum. Gönderilen dökümanları çevirmek ve Netflix’in Chef’s Table belgeselini izlemek dışında hiçbir şey yapmıyorum. Utanmasam kalkıp yatağa gitmek yerine koltukta uyuyacağım, kendisiyle öyle bütünleşiyorum.

İlk haftalar küçük bir pandaya dönüştüğüm için pişman mıyım? Hiçte bile aksine uzun zamandır bunu bekliyordum 🙂 Ama tabi bir süre sonra oturduğum koltuk batmaya başlıyor, şehri keşfetmek için buraya taşınmıştım, artık Seul’ü altına üstüne getirmeye hazırım. Güney Kore’nin tarihini tanımak ve anlamak nihai amacım bu yüzden ilk olarak Orta Asya’da beraber gezdiğim arkadaşım Burak’la o saray benim şu saray senin gezmeye başlıyoruz. Evet, Burak’ta burada o da kendine başka bir hostelde iş bulup çalışmaya başlıyor. Naber Burak? Sarayları anlatmaya başlamadan önce Güney Kore’nin kısa bir tarihinden bahsedeyim.

Kore, yani Gojoseon (eski Kore Krallığı) M.Ö 3000’lere dayanıyor. Çin Hanedanlığı ile yaptığı savaşların ardından bölünüyor ve  Üçlü Kore Hükümdarlığı Goguryeo-Silla-Balhae dönemi başlıyor. Çin’in Kore’yi ele geçirmesinin ardından Çin kültürü ve Budizm’in etkisi altında kalıyor. Öyle ki eski Kore yazıtları Çince yazılmış, şimdilerde genç nesil Çince okuyup yazamıyor ancak 60 yaş üstü nesil Çinceyi rahatlıkla okuyabiliyor. Zamanı 13.yüzyıla ilerletirsek Goguryeo hanedanlığı birçok yolsuzluk sonucu gücünü iyice kaybediyor ve General Yi Seong-gye yönetimindeki bir ayaklanma ile yerine Joseon Hanedanlığı kuruluyor.

Hanedanlığın başkenti ise Seul, 200 yıl boyunca bu hanedanlık hüküm sürüyor. Zaten her müze, saray veya tarihi yerde Joseon Hanedanlığını dinliyorsunuz, dile kolay 200 yıl. 16. yüzyılın ikinci yarısında Joseon Japonlar tarafından istila ediliyor, teknoloji yetersizliği ve yönetim hataları nedeni ile istila yarımadanın birçok bölgesinde geri döndürülemez yıkımlara neden oluyor. Güney Kore’de gezdiğim saray bu sebeple renovasyona uğramış. Bu yüzden tarihi yerleri gezerken buradan bir hanedanlık geçmiş diye hissedemiyorum, ne yazık. Güney Kore, bu istiladan Çin’in yardımıyla ağır hasarlı bir şekilde kurtulmayı başarıyor ancak 19. yüzyılın sonlarında yarımada Japon ve Avrupalı istilacıların koloni hedefi oluyor, 1910 yılında Japonya’nın egemenliğine giriyor ve  Japonya bu tarihten itibaren, okullarda Koreceyi dahil yasaklayan tarihin en derin asimilasyonlarından birini uyguluyor.

1941 sonunda ABD ve müttefikleri ile savaşa girişen Japonya, Hiroşima`ya ardından Nagasaki`ye atılan atom bombaları ile tarihin en acımasız yıkımlarından birini yaşayarak teslim oluyor. Maalesef bunun sonucunda dahil Kore rahat bir nefes alamıyor. Bu sefer de ülkede soğuk savaş başlıyor, ikiye bölünen ülke bağımsız bir hükümet kurmaya çalışırken ülkenin güneyi ABD, kuzeyi ise Sovyetler Birliği’nin baskısıyla karşı karşıya kalıyor. Bu yüzden ülke hem politik hem de ideolojik olarak ikiye bölünüyor. 25 Haziran 1950’de Kuzey Kore nedensiz bir şekilde Güney Kore’yi işgal ediyor. Güney Kore bu durum karşısında BM`den yardım istiyor. Türkiye’nin de içinde bulunduğu 16 ülkenin askerlerinin katıldığı savaş 3 yıl sürüyor. 27 Haziran 1953`te savaş sona eriyor ancak arkasında harabeye dönmüş bir yarımada bırakıyor. Türkiye bu savaşın sonucunda BM ülkesi olmayı başarıyor ancak arkasında 734 şehit, 2147 yaralı, 234 esir ve 175 kayıp bırakıyor. 

Güncel: “Güney Kore Cumhurbaşkanı Moon Jae-in ve Kuzey Kore lideri Kim Jong-un yıllardan sonra ilk defa kucaklaştı. Liderlerin iki ülke arasında demiryolu bağlantısı kurma, ailelerin yeniden birleşmesine izin verme ve sağlık hizmetleri alanında işbirliğine gitme konusunda da anlaşmaya vardıkları açıklandı. Taraflar, varılan kararlarla ilgili bir anlaşmaya da imza attı. Moon imza töreninin yaptığı açıklamada, “Kuzey, ilgili ülkelerden gelecek uzmanların eşliğinde Tongchang-ri füze motoru test alanını ve füze fırlatma tesisini tamamen kapatmayı kabul etti” dedi. Kim de “yakın bir gelecekte Seul’u ziyaret edeceğine” söz verdiğini belirtti. Bu ziyaretin gerçekleşmesi halinde, Kim Güney’e giden ilk Kuzey Kore lideri olacak.”

Şu an öğrenmeye çalıştığım Korece ise Joseon hanedanlığı döneminde hazırlanıyor. Aslında Korece, Türkçe ile aynı olan Ural – Altay dil ailesine ait. Ancak Çin’in etkisiyle halk arasındada Çince kullanılmaya başlanıyor, çok zor bir dil olduğu için halkın büyük çoğunluğu okuma yazma öğrenemiyor bu sebeple Joseon Kralı Sejong halkın okuryazarlığını artırmayı hedefleyerek 24 harfli Hangıl`ı (Kore alfabesi) hazırlatıyor. Bu bana biraz bizim Osmanlı dönemindeki Arapça ile imtihanımızı hatırlattı 🙂

Kore alfabesini öğrenmemin ve sesleri çıkarabilmemin beklediğimden de basit olduğunu fark ediyorum. Alfabe, ağızdan kelimeler nasıl çıkıyorsa o şekilde resmedilmiş, bu yüzden ezberlemesi oldukça basit. Yer, gök Korece olduğu için de öğrenmek benim için daha hızlı oluyor. Konuşmaya yeni başlamış bebek gibi harfleri tek tek ve yavaş bir şekilde okusam da bence iyi bir başlangıç.

Bu kısa özetten sonra sarayları gezmeye başlayabiliriz 🙂

SARAYLAR

Gyeongbokgung Sarayı

Burası 5 büyük sarayın en büyüğü. Cennet tarafından korunan anlamına gelen saray, 1395 yılında Joseon Hanedanlığı tarafından inşa ettirilmiş. 16. yüzyılda Japonya ile yapılan savaş sırasında yıkılmış, sonrasında 20. yüzyılda bir kez daha yıkılmış. Bu yüzden de sürekli yenilenmiş. Bundan dolayı buradaki sarayları gezerken eski bir yapının içindeyim hissi yaşayamıyorsunuz maalesef.  Gyeongbokgung Sarayında günün belirli saatlerinde yapılan, Jaseon Hanedanlığı dönemindeki muhafız alayı nöbet değişimi seremonisini ise kaçırmamanızı tavsiye ederim.

Seoul’de sarayları gezmek için kombine biletler geliştirmişler. Bu biletlerden alıp 1 aylık süre içerisinde hepsini ziyaret edebilirsiniz. Ücreti 10.000 Won

Kombine bilet almayıp istediğinize gitmek isterseniz giriş ücretleri şöyle;

Gyeongbokgung (3,000 won)

Deoksugung (1,000 won)

Changdeokgung (3,000 won) including Huwon Secret Garden (5,000 won)

Changgyeonggung (1,000 won)

Jongmyo Shrine (1,000 won)

Açıkçası buradaki müze ve tarihi yerler yemek fiyatlarından ucuz, keşke yemek fiyatları da bu kadar ucuz olsa :))

Changdeokgung Sarayı

Burası da en büyük ikinci saray. Yine, Joseon Hanedanlığı tarafından inşa edilmiş. 1592 yılındaki Japon istilası sırasında saray komple yıkılmış ve 1610 yılında tekrar inşa edilmiş. Changdeokgung Sarayı ile beraber Gizli Bahçe 1997 yılında UNESCO Dünya Mirasları Listesi’ne dahil edilmiş. Sarayın beni en etkileyen kısmı ise “Secret Garden” yani “Gizli Bahçe” bölümü oldu. Bahçenin içerisinde yeşilin binbir tonunu yansıtan göletlere, 300 yaşındaki ağaçlara ve derin bir sessizliğe sahip. Sonbahar ayında ise bahçe göz kamaştırıcı bir güzelliğe bürünüyor. Zaten bence Kore’ye sonbahar çok yakışıyor.

Deoksugung Sarayı

Şehrin göbeğindeki saray Seul’de kalan Joseon hanedanlığının koloni zamanlarından 20.yy başlarına kadar kralların yaptırdığı  5 büyük saraydan en küçüğü. Sarayda ikamet eden ilk Joseon kralı tarafından kullanılmasıyla kraliyet ailesinin ikamet ettiği bir kraliyet sarayına dönüşmüş. Aynı zamanda kraliyet sarayı olmasının sebebi 1592 Imjin Savaşları ile Japon istilası yüzünden neredeyse her sarayın yok edilmiş olması. Kore’nin ilk batı tarzı bahçesine ve ilk yerden ısıtma sistemine sahip.

TAPINAKLAR

Jogyesa Tapınağı

Tapınakları gezdikten sonra yürüyerek Jogyesa Budist tapınağına varıyorum. Budist tapınaklarının sakinliğini her zaman sevmişimdir. İnsanlar Buddha’ya karşı dualarını ederken arka sıralarda bir yere oturup olan biteni izlemek hatta bazen gözlerimi kapatıp sadece sesleri dinlemek bana inanılmaz huzur veriyor. Ayrıca tapınakta kalmak isteyenler için iki günlük programları ve her sabah keşişlerlin meditasyonuna katılabiliyorsunuz. İlgilenenler için de tapınağın etrafında, cadde üzerinde çok fazla budizmle ilgili dükkanlar var.

Bongeunsa Tapınağı

Coex Mall’ın içindeki Starfield kütüphanesini gezdikten sonra yürüyerek Bongeunsa Tapınağına varıyorum. Tapınak, Kore Budizmi için büyük önem taşıyor ve UNESCO Dünya Mirası listesinde yer alıyor. Tapınağın Kore stili süslemelerine ise bayılıyorum bir de etrafta pelerinli kahraman gibi gezen keşişlere 🙂

Bukchon Hanok Köyü

Hanok geleneksel Kore evlerine deniyor. Yani eskiden Kore’deki çoğu ev bu şekildeymiş, sıkıcı bloklar o zaman yokmuş 🙂 Hanoklar, fotoğraflarda da göreceğiniz üzere tek katlı ve içleri oldukça geniş. Evlerin mimari yapıları da kuzey ve güney bölgesine göre değişiyor. Kuzey bölgesindeki evler ısı yalıtımı sağlaması için L şeklinde dizayn edilirken orta ve güney bölgedeki Hanoklar l biçiminde inşa ediliyor. Bunun yanı sıra evler sınıf farkına göre de farklılık gösteriyor. Mesela, üst sınıfa ait bir Hanok giwa kiremitleriyle kaplanırken orta ve fakir halkın çatıları saman ile kaplanıyor.

Hank köyünde Kore’nin geleneksel kıyafeti Hanbok kiralayarak gezebilirsiniz

Asya’ya ait mimari yapılar her zaman ilgimi çektiği için yarım günümü Bukchon Hanok köyüne ayırmaya karar veriyorum. Köy, Seul’ün tarihi yerleşim yeri olarak anılan Jongno’da yer alıyor ve Bukchon ‘kuzey köyü’ anlamına geliyormuş. Aynı zamanda buradaki evlerde Korelilerin yaşaması da ayrı olarak ilgimi çekiyor. Öğrendiğime göre buradaki Hanoklar Joseon Dönemi(1392-1910) boyunca üst sınıf insanlar (soylular) tarafından kullanılmış. Etrafta gezerken çok fazla turiste rastlamadım diye sevinirken sokağı döner dönmez fotoğraf çekilmek için sıraya girmiş turist kafilesiyle karşılaşıyorum. Yan yan kaçmaktan başka çarem kalmıyor. Buradaki evlerde kalma şansınız da var birkaç tane ev sahibi evlerini misafir evine dönüştürmüş ama fiyatlar benim için fazla pahalı olduğu için kalmayı tercih etmedim.

Hanok köyünde hala yaşayanlar olduğu için gezerken olabildiğince sessiz olmak gerekiyor

Kütüphane

Starfield Kütüphanesi

PAZARLAR

Dongmyo Flea

Seul’ün ikinci el pazarı. Burada kıyafetlerden elektrikli aletlere hatta antikalara kadar aklınıza gelebilecek her şeyi bulabilirsiniz. 1,000 won’dan 10,000 won’a kadar çok ucuza ürün alabiliyorsunuz. Koreliler marka ürünlere haddinden fazla önem verdikleri için ikinci el olarak satılan kıyafetler veya ayakkabılar da gözlemlediğim kadarıyla oldukça kaliteli. Burak ve Tahirle (Bişkek’te tanıştığım ve bize Türkiye’den satabileceğimiz incik boncuğu temin eden canım arkadaşım Tahir’de Kore’de. Naber Tahir? :D) sokakta satış yaptığımız için bu market artık ikici evim gibi bir şeydi. Türkiye’den gelen incik boncuk dışında buradan toplam 1 dolara 10’ar 20’şer bileklik alıp daha zengin muhitte sattık. Biz kapitalizmin değil kapitalizm bizim kölemiz! 😀 Pazarda ürünlerini satmaya çalışan satıcılar aynı bizimkiler gibi Kore dilinde “gel abla gel, 1,000 won, 5,000 won” diye bağırarak müşteri çekmeye çalışıyor. Özellike yerel pazarları gezerken kültür olarak benzer yanlarımızın çok fazla olduğunu fark ediyorum.

Gwangjang Market

Bu marketin 100 yıllık bir mazisi var. Çok büyük değil ancak Kore sokak yemeklerini denemek isterseniz gelmeniz gereken adres burası.

Namdaemun Pazarı

Yine Kore’nin bir her şeyci pazarı. Yine ucuz ürünler bulabileceğiniz bir pazar ancak Dongmyo’dan farklı olarak toptan ürünleri alabileceğiniz iş hanları da burada bulunuyor. Pazarı gezdikten sonra yürüyerek Namsan Parkına ulaşabilirsiniz. Özellikle Ekim ayında yani sonbaharda göz kamaştırıcı oluyor.

Uijeongbu Market

Şehir merkezine oldukça uzak bir market, ben ilk geldiğimde buraya çok yakın bir bölgede yaşadığım için merak edip gitmiştim. Gwangjang ile pek bir farkı yok aynı sokak yiyeceklerini orada da bulabilirsiniz.

PARKLAR

Gwanaksan Dağı

Koreli arkadaşımın, “Bu hafta iş arkadaşlarımla Bukhansan dağına yürüyüşe gidiyoruz gelmek ister misin?” daveti sayesinde şehirin içinde böyle doğa harikası yerlerin bulunmasına bir kez daha hayran kaldığım yer oldu. Belirlediğimiz saatte buluştuk ve 629 metrelik dağa tırmanmaya başladık. Dağa tırmanırken en dikkatimi çeken şey farklı noktalardaki yeraltı tünelleri oldu. Gwanaksan dağı, Seul şehrinin en güneyinde bulunduğu ve aynı zamanda şehre giriş kapısı olduğu için Japonya’nın Kore’ye saldırdığı sırada ülkenin askeri üssü haline gelmiş. Buradan Seoul şehrini koruyabiliyorlarmış. Yürüyüş rotası çok keyifliydi, dağdan inmeli çıkmalı zirveye ulaşmak 3 saatimizi aldı.

Tabi buna kaybolması, yemek molası da dahil. Sanırım tırmanış yaparken kaybolmak benim kaderim. İnsan kendi şehrinin dağını bilmez mi ya? Ne biçim Koreli… 😅 Neyse ki ormanın içinden çıkmamız çok fazla sürmedi, çıktıktan sonra da aa burada yol varmış keh keh diye güldüler. Kaybolup yolu bulmak onları acıktırmış olsa gerek hemen kayanın birine piknik örtülerini serdiler gimbaplar (bir nevi kore suşisi) ve ince ince dilimlenmiş domuz etleri çıktı ortaya.

E hani tırmanıyorduk, ben daha yeni ısınmaya başlamıştım demedim tabi bir güzel oturup yedim. Bu sırada bir arkadaş yanında poponun altına koymalık küçük bir mat çıkardı ve bana uzattı. Popom tabi duruma pek şaşırdı, bu duruma pek alışık değil… Şehri arkama alıp yüzümü doğaya döndüğümde manzara şahaneydi. Dönüş yolunda 1000 yıllık bir tapınağa denk geldik, içeri gidip Buddha’yı selamlayıp yoluma devam ettim. Aşağıya indiğimizde tırmanışımızı kutlamak için yemeğe gideceğimizi söylediler. Şu yediğim yemeği eritmek için tekrar bir koşu dağa çıkıp inmem gerekiyor 🙂

Banpo Han Nehri Parkı

Burası aklımın bir köşesinde; Kore’nin ünlü kızarmış tavuğu ve bira ikilisiyle nehri izleyip nehir kenarında muhabbet ettiğim yer olarak kalacak. Aslında buraya hep güzel havanın ve nehrin tadını çıkarmaya hem de Banpo Köprüsü’nün her iki tarafında bulunan Gökkuşağı Fıskiyelerini izlemeye gittim. Bu fıskiyeler dünyanın en uzun köprü fıskiyesi olarak Guinness Rekorlar Kitabı’na geçmiş. Akşam vakti gittiğimiz için de köprü üzerinde bulunan 200’den fazla ışık sayesinde gökkuşağını andıran büyüleyici bir görüntü izledim.

Seoul City Wall

Namsan Park ve Namsan Kulesi

Namdaemun markette dolandıktan sonra Namsan kulesinin de bulunduğu parka yürüdüm. Tüm ağaçların yeşilden sarıya ve kızıla doğru uzanan değişimlerini izlemek çok keyifliydi.

Cheonggyecheon Kanalı

Burası, Korelilerin yazın sıcak aylarda serinlemek için etrafında toplandıkları yer. Zamanında kanalın etrafındaki çarpık yapılaşma sonucu atık sular ve çöpler kanalda ciddi anlamda kirliliğe yol açmış. Daha sonra savaş sonrasında ülkenin ekonomik kalkınma politikası nedeniyle yaklaşık 20 yıllık bir sürede üzerine otoyol yapılmış. Ancak 2002-2005 yılları arasında otoyol yıkılmış ve kanal bugünkü halini almış. Cheonggyecheon Kanalı Projesi ise dünya çapında yapılmış en iyi kentsel dönüşüm projelerinden biri olarak kabul ediliyor.

Ihwa Mural Köyü

Aslında bu köy Kore savaşından sonra mültecilere ev sahipliği yapmış bir yerken 2006 yılında köyün imajını değiştirmek ve turist çekmek amacıyla her bir köşesi duvar resimleriyle süslenmiş.

Ama bir yıl sonra köyün sakinleri turistler ve sanatçılar çok ses yapıyor diye grafitilerin kaldırılmasını istemişler. Zamanla olaylar tatlıya bağlansa da bazı evlerin duvarlarına asılmış “bizi rahat bırakın” tabelaları gözümden kaçmadı. Aynı zamanda burada Kore’nin eski yıllardan kalma okul üniformasını kiralayıp sokaklarında gezebiliyorsunuz. Ben ise ilk fotoğraftaki tatlı çiftin fotoğrafını çekmekle yetindim

Güney Kore ile ilgili daha fazla hikaye için >>> https://dunyaninduraklari.com/kategori/guney-kore/

2 Comments

Write A Comment

error: İçerik Korunuyor !!!