Hsipaw’a gitmek için Mandalay’dan tren bileti almaya başaramayınca mecburen otobüsle gitmeye karar veriyoruz. Sabah saat 4’ten 10’a kadar tren istasyonunda uyuduğum için her yerim tutulmuş durumda ama yine de kendimi inanılmaz enerjik hissediyorum. Otobüse yetişmek için hemen bir minibüsün kasasına biniyoruz. Mandalay’da ulaşım bu şekilde sağlanıyor. Normal taksiler var ama bu araçlar çok daha ucuz.
Otobüsle altı saatlik yolumuz var. Ama yine aksilik peşimizi bırakmıyor, seyahatin beşinci saatinde öndeki kamyonlardan biri kaza yapıp yolu kapattığı için beklemeye başlıyoruz. Bir saat bekledikten sonra dayanamayıp kamyonun durumuna bakmaya gidiyorum. Resmen sürüklenerek durmuş ve otobüsün geçmesinin imkanı yok. Geri dönüp arkadaşlarıma gece yarısına kadar buradayız diye haber veriyorum. Herkes bir an önce yatağa uzanmak için can atıyor bu yüzden yoldan geçebilecek ‘’küçük’’ araçlara otostop çekmeye başlıyoruz. Aralarından biri bizi almayı kabul ediyor ve doluşuyoruz yine minibüs kasasına. 45 dakika sonra restoran gibi bir yerin önünde duruyoruz, biralar çıkıyor ortaya 🙂 Keyfimiz yerine geliyor. Toplam 1,5 saat sonra yorgunluktan bitmiş şekilde Yee Shin Hostel Guest House‘a varıyoruz. Burada kalmamın sebebi hem ucuz olması hem de orman yürüyüşü sırasında çantalarımızı rahatlıkla bırakabilecek olmamız. Ertesi sabah dört kadın olarak 2 gece 3 gün orman trekking’i için sabah sekizde kalkmamız gerek.
Saat sabah 8’de bize eşlik edecek yerel rehberimiz geliyor. İsmi Mr. Bike. Burada bir kaç tane rehber var ama orman yürüyüşü için internette herkes Mr. Bike’ı öneriyor. Zaten sonrasında da iyi ki tercih etmişiz diyoruz. Ormanda bize eşlik edecek 2 yerli rehber daha bize katılıyor. Ellerindeki silahları soruyorum. Yolda giderken avlanacağız diyorlar. Hatta bir önceki grup için maymun avladıklarını övünerek anlatıyorlar. Bir süre yaşadığım şoku üzerimden atamıyorum.
Hsipaw’da trekking yapmak istiyorsanız yola rehber ile çıkmanız şart çünkü yolunuzu tek başınıza bulmanız im-kan-sız. Ayrıca tehlikeli bir bölge çünkü yolunuzun üzerinde birçok köy var ve bu köylerin silahlı grupları var. Rehberin söylediğine göre gücü ellerinde tutmak için sürekli olarak çatışıyorlar ve Myanmar ordusu dahil kimse hiçbir şekilde müdahale edemiyor. Yani tek başınıza herhangi biriyle karşılaşmak istemezsiniz.
İlk gün 4,5 saatlik yürüyüş planımız var. Amacımız dağın zirvesindeki ağaç eve ulaşmak. Bir saat yürüyüp ormanın içine ulaştıktan sonra dere kenarında öğle yemeği molası veriyoruz. Sonra yola devam. Bundan sonraki saatler tırmanarak geçiyor ve tutunacak tek bir yer yok, elimde sadece zavallı bir bambu sopasıyla dağın zirvesine tırmanmaya çalışıyorum. 1,5 saat sonra bacaklarım titremeye başlıyor. Gruptakilerin arkasından bağırıyorum ‘‘Siz gidin, beni bırakın. Kurda kuşa yem olmaya razıyım.’’ Gülüyorlar! Ben çok ciddiydim. Vücudum yapamayacaksın bu işi kızım, dön geri derken aklım beni arkamdan itekliyor. Dinlene dinlene 3,5 saatte ağaç eve ulaşmayı başarıyoruz. Hem de tam zamanında ulaşıyoruz; ormanı sis kaplıyor ve saatlerce yağmur yağıyor.
Bu arada ağaç ev dediğim fotoğrafta gördüğünüz gibi sadece çatısı var ve üç tarafı açık. Zirvede olduğumuz için hava soğuk, tuvalet yok. Yani tuvalet orman, uzaklaşıp çişini yapmak ‘’zorundasın’’. Bir süre sonra acıkıyoruz, odunlar yakılıyor ve yemeklerimiz pişiyor. Bu sayede az da olsa ısınmış oluyorum. Akşam küçük bir ışığın altında bize eşlik eden rehberlerle birlikte kart oynuyoruz, aynı dili konuşmasakta çok eğleniyoruz.
Sabah gözlerimi ağaç eve vuran yağmur damlalarıyla açıyorum 🙂 Tam herşey ne kadar da huzurlu diye düşünürken çılgınlar gibi kaşınmaya başlıyorum. Bacaklarıma baktığımda tahminen 40 farklı yerimden sivrisinekler ısırmış.Tüm bacağımı böcek ilacı kremiyle kapladıktan sonra bambu çubuğumu alıp yola koyuluyorum. Hedefimiz konaklayacağımız köye 4 saatte yürümek. Akşam yağmur yağdığı için her yer çamurla kaplanmış. Yavru kedi gibi aşağıya nasıl ineceğiz diye çamurlu yola bakıyoruz. Başka çaremiz yok, başka yol da yok. Aşağı doğru inerken önce ben çamura yuvarlanıyorum arkamdakiler halime gülerken birden teker teker düşmeye başlıyorlar. Dakikalarca çamurun içinde gülüyoruz. Rehberlerde delilere yol gösteriyoruz dermişçesine yüzümüze bakıyor 🙂
Bir şekilde aşağıya inmeyi başardıktan sonra tekrar dere kenarında ateş yakılıyor, öğle yemeğimizi yiyoruz. Ormanın içinden geçerek köye ulaşmaya çalışıyoruz ama yol yok. Rehberler önümüzden ağaç dallarını keserek yol açmaya çalışıyor. 4 saatin sonunda köye ulaştığımızda hepimizin duşa ihtiyacı var. Rehber bizi duşun olduğu yere götürüyor. Duş dediğim bambu sopanın içinden akan su, etraf ise yemyeşil ormanla kaplı. Onca saat yürüdükten sonra buz gibi suyun altına giriyorum, hayatımda aldığım en iyi duş. Hiç çıkmak istemiyorum, Shan köyünden bir kız elinde su bidonuyla karşımda yarı utangaç yarı şaşkın bana bakıyor.
Soğuk duşumu aldıktan sonra köy evine geri dönüp yer yatağına kıvrılıyorum. Bir anda Havran’daki çocukluk evime geri dönüyorum, yer yatağında yıldızları izlerken ki anılar canlanıyor gözümde. Kulağımda çocuk kahkahalarıyla uyuyakalıyorum. Köy evinin sahipleri çift çok yardımsever ve tatlılar. Basit bir hayatları var, büyük şehirin ve kalabalığın sıkıntılarını hiç yaşamamışlar; ne şanslılar. Evlerinin yanındaki mısır tarlalarından ve evlerine 5 km uzaklıktaki çay tarlalarında çalışarak geçimlerini sağlıyorlar. Bir oda bir salonları var küçük bir de ocakları. Aklıma Alexis Zorba’nın sözü geliyor, ”Mutluluğun, basit ve açık bir şey olup bir bardak şarap, bir kestane, kendi halinde bir mangalcık ve denizin uğultusundan başka bir şey olmadığına aklım yattı. Yalnız, bütün bunların, mutluluk olduğunu insanın anlayabilmesi için basit ve açık bir kalbe sahip olması gerekiyordu.”
Akşam yemeği gerçekten çok lezzetliydi. Uzun ve zorlu iki günden sonra bu sıcacık kalpli insanların evinde kalmak çok iyi hissettirdi.
Ertesi sabah erkenden uyanıp tekrar yola koyuluyoruz. Yola çıkmadan önce çocuklarla karşılaşırız diye marketten bir torba dolusu şeker almıştım. Bir süre sonra köy evlerinin yanında koşuşturan çocuklarla karşılaşılaşıyoruz. Bizi gördükleri an meraklı gözlerle etrafımıza toplanıyorlar, şekerleri çıkarmamla da mutluluktan kıkırdıyorlar 🙂
İki saatlik yürüyüşten sonra nehir kenarına ulaşıyoruz. Büyük şişme lastikler üzerinde nehirde ilerliyoruz. Sağım solum yemyeşil orman, öyle tasasız nehir üzerinde ilerliyorum. Hayat güzel kuşlar uçuyor 🙂