Benim için Kamboçya, beklenmedik derecede güzel geçen ülkelerden biri oldu. Aslında Kamboçya’ya gelmeyi elimden geldiği kadar ertelemiştim – 7 ay kadar 🙂 -. Çok yanlış bir şekilde başka insanların “olumsuz” yorumlarına maruz kalmışım şimdi bir aylık sürece dönüp baktığım zaman iyi ki de gelmişim, iyi ki de bu ülkenin iyi kalpli insanlarını tanımışım diyorum. Eğer bir ülkenin turistik bölgelerinden çıkıp kültürünü, insanlarını ve belki de acı tarihini öğrenmek, tanımak istiyorsanız Kamboçya sizi zorlayacaktır. Ülkenin ortalamasının günde sadece 4 dolar kazanmasına ve onca fakirliğe rağmen gözlerinin içiyle gülebilen insanların ülkesi burası. Kalbinizin hem sevgiyi hem de acıyı bir arada hissetmesine hazırsanız; Kamboçya’ya hoşgeldiniz.

Vize

Türk vatandaşları için kapıda vize uygulaması olan ülkeye isterseniz yola çıkmadan önce www.evisa.gov.kh adresinden 35$ ücret ve fotoğrafınızla 3 gün içerisinde (söylenen 3 gün ama bana aynı gün içerisinde gönderdiler.) online ya da havaalanında ve diğer sınır kapılarında pasaportunuz ve 2 adet biometrik fotoğrafınızla elden vize alabilirsiniz. Peki, ben neden online vizeyi tercih ettim? Sınır kapısındaki rüşvet hikayelerini çok fazla duyduğum ve hiç başımı ağrıtmak istemediğim için direkt online olarak başvurdum. İster sınırıdan vize alın ister online başvurun ücret aynı, tercih size kalmış. Ülkeye giriş yaparken polisin pasaportunuza giriş damgası vurduğuna emin olun, kontrol edin. Ülkeden çıkış yaparken damgasız pasaportlu turistler kenarda bekletiliyor ve sonrasında rüşvet koparmaya çalışıyorlar.

Sim Kart / İnternet Kullanımı

Dilerseniz sınırdan geçer geçmez, dilerseniz şehir merkezinden sim kartınızı alabilirsiniz. “Smart” operatörünün sim kart ücreti 2 $, 30 gün boyunca sınırsız 3 gb internet ise 5 $. İnternet çok hızlı, Türkiye ile kıyaslanamayacak hızda.

Dolar mı kullanalım Riel mi?

Cevap, her ikisini de. Alışveriş yaparken dolar verirsiniz paranızın üstünü yarısı dolar yarısı Riel alırsınız veya tam tersi Riel veririsiniz dolar alırsınız. Zaten hesap yapma becerisini yolda geliştirmeye çalışan ben burada büsbütün karıştım. Bazı Atm’lerden sadece dolar çekebiliyorsunuz bazı atm’lerden hem dolar hem Riel çekebiliyorsunuz. Nasıl kafanız iyice karıştı mı? 🙂 Bu arada alışveriş yaptığınız yerlerin %90’nda fiyatlar dolar olarak yazıyor. Adamlar muzu bile dolarla alıyorlar. Ve  ülkedeki en ucuz şey 1 dolar (hadi atmamayım bira 0,75 cent). 1 dolar dediğin şey de 1 tl değil yani, 2018’in Ocak ayında 3,75 olmuş.) Bu konuda çok doluyum, rica edeceğim bu bahsi burada kapatalım 🙁


Siem Reap

Tayland’ın Koh Chang adasında ufak çapta motosiklet kazası yaptığım için Kamboçya sınır kapısından topallayarak içeriye giriyorum. Bu topallayarak girdiğim 2. ülkem. Halime güleyim mi ağlayayım mı diye duygu geçişleri yaşarken yerde yatan insanları, cıbıldak ayaklı sümüklü çocukları görmemle söylenmeyi kesmem bir oluyor. İçimden “Bu daha başlangıç, yürümeye devam Bengi” diyerek sınırdan seker adımlarla geçiyorum. Sınırı yürüyerek geçip pasaportu damgalattırdıktan sonra tekrar otobüse binerek Siem Reap şehrine doğru yola koyuluyorum. Şehre girer girmez etrafı Angkor Wat tabelaları sarıyor ama düşündüğüm gibi yaşlı tapınağın yolunu gösteren tabelalar değil bunlar. Yere, göğe Angkor Wat ismini vermişler. Angkor Wat Hotel, Angkor Wat Restaurant, Angkor Wat Hairdresser… Ülke değiştirmek her zaman yoruyor özellikle daha gelişmiş bir Asya ülkesinden fakir bir Asya ülkesine geçiş yaptığınız anda boşluğa düşüyor gibi oluyorsunuz. Arada öyle bir uçurum var. Sonunda hostel’e ulaşıyorum ve yatağa uzanmamla uykuya dalmam bir oluyor.

Ertesi gün şehri turlamaya karar veriyorum. Sabah erkenden Kamboçya‘nın yerel pazarına uğruyorum. Açıkçası daha önce Myanmar’da da aynı sahneleri gördüğüm için pazar beni pek şaşırtmıyor. Günlük mutfak alışverişlerini yapmaya gelmiş Khemer halkı, çeşitli böcekler, tavuk ayakları (Asya’da en sevilen yiyecek diyebilirim), çeşit çeşit böcek, salyangozlar… Bir curcuna almış başını gidiyor, ben de köşeden uzun uzun insanları izliyorum.

Pazardan çıktıktan sonra etrafta bir turluyorum. Bir süre dolandıktan sonra kopyala yapıştır ortamlardan sıkıldığımı fark ediyorum. Şehirler nereye giderseniz hep aynı. Bu yüzden şehre yarım saat uzaklıktaki Tonle Sap gölünü görmeye gidiyorum ama bot ile gölü gezmek için 20 dolar istediklerinden vazgeçip yolun üzerinde gördüğüm köyleri ziyaret etmeye başlıyorum. Bir tane köye adımımı atar atmaz tam olarak fakirliğin ne demek olduğunu gözlerimle görüyorum. En son bu kadar fakirliği Laos’un bir köyünde görmüştüm. Nüfusun yarısından fazlasının günde 4 dolardan az kazandığı bir ülkede olduğunu bilmekle onu deneyimlemek çok ayrıymış. Bunca yokluğa rağmen çocukların bana kocaman sarılması, yanıma gelip tebessüm etmeleri, oyun oynamaya çalışmaları beni daha da savunmasız bırakıyor. Ağzımda acı tatlı bir tat ve karmaşık duygularla köyden ayrılıyorum.

Bir süre kendime gelmek için Siem Reap nehrinin etrafında dolanıyorum. Bazı şeyleri sindirebilmek kolay olmuyor.

Sabah saat 05:00’te kalkıp güneşin doğuşunu seyretmek için tuktuk ile Angkor Wat’a gidiyorum. Tüm o bisikletle gezerim, ormandan kaçak girerim, uçarım, kaçarım hayalleri suya düşüyor. Hala iki ayağımın üzerinde duramıyorum. Angkor Wat’a girmeden önce gişeden biletimi alıyorum. Bir günlük giriş 37 $, 2 ve 3 günlük giriş 62 $, 7 günlük ise 72 $. İçime oturuyor resmen verdiğim para, elim gitmiyor cebime ama açıkçası görmeden de dönmek istemiyorum. Kalabalıkla birlikte biletleri aldıktan sonra aynı kalabalıkla güneşin doğuşunu izlemeye gidiyorum. Bu an benim için büyüleyici tabi fotoğraf çekmek için tıkış tıkış duran kalabalığı görmezden geldiğim sürece. Herkes nefesini tutmuş o anı bekliyor. Bir süre sonra yaşlı Angkor bize güzel yüzünü gösteriyor 🙂

Gün boyu tuktukla Angkor Wat, Bayon, Angkor Thom, Ta Prohmi Phnom Bakheng, Prasat Kravan, Pre Rup tapınaklarını sıra sıra geziyorum.

Bayon Tapınağı

Şimdi itiraf etmem gerekirse Angkor Wat ve Bayon tapınağı dışındaki eserler aklımı başımdan almadı. Ruhani olarak Bagan tapınakları beni daha çok etkilemişti.  Bir de burada en etkilendiğim devasa büyüklükteki köklü ağaçlar oluyor.

1600’lü yıllarda Kamboçya’nın eski başkenti Siem Reap iken başkent Phnom Pehn’e taşınıyor ve böylece bu antik kent terketiliyor. 400 yıl kadar unutulan ve toprak altında kalan yerler, 1900’lü yıllarda Fransız arkeolog Henri Mouhot’un keşfetmesi ile tekrar yeryüzüne çıkıyor. 400 senelik süre içinde de ağaçların kökleri büyüyor ve kazılardan sonra da böyle etkileyici bir hal alıyor. En canımı sıkan nokta dört yüz kilometrekarelik bir alana yayılmış olan tapınakları gezerken zaten yoruluyorsunuz üzerine her bir noktadan ayrı bir insan kafası bakıyor, 20 – 30 kişilik gruplar bir an da etrafınızı sarıyor. Benim için işin en yorucu kısmı bu oldu sanıyorum.

Akşamüstü şehir merkezine döndüğümde yorgunluktan ölüyorum. Bir şeyler yedikten sonra yatağa kendimi zor atıyorum.

Write A Comment

error: İçerik Korunuyor !!!