Ne tadı, ne renkleri, ne kokusu ayak bastığım hiçbir yere benzemeyen ülke. Gitmeden önce birçok kişi Hindistan hakkında iyi kötü o kadar çok laf söyledi ki hangi bilgiye tuttunacağımı şaşırdım. Bazıları Hindistan’a aşkını ilan ederken bir diğeri ismini duyduğu an suratını buruşturuyordu. İki uç nokta. Ben ise gitmeden önce Hindistan’ı çok seveceğimi biliyordum ama oradayken tekrar ne zaman geri dönerim diye planlar yapacağım aklımın ucundan geçmezdi. Zorlamadı mı? Hem de nasıl… Bazen yuh ama bu kadar da olmaz diye kafamdan dumanlar çıkarken bir diğer gün çok aşıkım diyerek gezdim sokaklarını. En çok neyini sevdim diye düşündüğümde; kaosun ve dağınıklığın içerisinde bir düzen yaratmalarını, bu kadar kargaşa içerisinde insanlar birbirini boğazlar herhalde diye düşünürken aslında tam tersine birbirlerini sevip kabullendiklerini tecrübe etmeyi, insanların maskesiz olmasını ve tüm duygularını gözlerinden okuyabilmeyi çok ama çok sevdim. Bedenleri, kartvizitleri veya egolarıyla değil de özleriyle iletişim kurabilme yetenekleri aşık olmama yetti.

Nepal’den Varanasi‘ye giden otobüsteyken kafamdan milyonlarca senaryo geçiriyorum. Öyle şeyler anlattılar ki sanki otobüsten iner inmez herkes çantamı çalmak için yarışacak, inadına gelip ayağımın üzerine işeyecekmiş gibi… Tam aksine şehir o kadar karışık ve kaotik ki her yerde olduğu gibi insanlar kendi hayatlarını yaşamaya çalışıyor. Tabi ki arkadaşlarımın tavsiyesine uyup ağzımı yüzümü mentollu kremle kaplamıyorum, şarkıdaki “ekşi ekşi kokar sokaklar” tecrübesini bir daha ne zaman yaşayabilirim ki? Gerçekten de koku haritama bir tik daha atıyorum… Yola işeyen insanlar, yola işemesin diye yol kenarına kondurulmuş açık pisuvarlar, sıcaktan bezmiş “umrumda mı dünya” edasıyla salına salına yürüyen inekler, etraftaki kalabalıktan kafayı kırmış oraya buraya koşturan domuzlar derken bir an kendimi film sahnesindeymiş gibi hissediyorum. Bir şekilde tuk tuk ayarladıktan sonra kalacağım yere varıyorum. Odaya girdikten sonra her zamanki gibi kendi kendime söz veriyorum; yargılamak, söylenip mızmızlanmak yok. Sabah gün doğmadan dışarı çıktığımda her şey bir an da değişiyor çünkü bakış açım değişiyor. Bu kaosun içerisinde yaşayan insanların ne kadar sakin olduklarını, Ganj nehrinin kıyısında aslında karmakarışık görünen günlük hayatın kendi içerisinde bir düzeni olduğunu fark ediyorum. Meditasyon yapanlar, kutsal suda çamaşırlarını ve kendilerini yıkayanlar, sevdiklerini son yolculuğuna uğurlayanlar, ölülerin bedenlerine takılmış çiçekleri yiyen inekler, neşeli kahkahalar atıp dans eden düğün alayı, bambu çubukların üzerinde dualarla taşınan bebek bedenleri… Hepsi bir arada. Hayatın kendisini film perdesinden izler gibiyim. Yine kalbim minnetle doluyor, birçok duyguyu yine aynı zamanda yaşıyorum.

Varanasi‘de 4 gün geçirip Holi Festivalini kutlamak için Jaipur’a doğru yola çıkıyorum. Tren, Hindistan‘da en ucuz ve konforlu ulaşım aracı bu yüzden kuzey bölgesini gezerken hep tren kullanıyorum. Tabi bu ülkede tren kullanmak ayrı bir yetenek istiyor.

Sim Kart

Ben sim kartımı Vodafone’dan aldım 30 günlük her gün yenilenen 1,4 gb internete 5 dolar ödedim artı olarak sim karta da 4 dolar verdim (Türkiye’deki fiyatlarla karşılaştırınca çıldırıyorum 🙂 Ama Vodafone’un dışında bir de Airtel diye bir operatör var onu almanız daha makul olacaktır çünkü Vodafone her yerde çekmeyebiliyor.

Hindistan’da Tren Kullanmak

Ülke büyük, raylı sistem ağı iyi olunca Hindistan‘da tren yolculukları kaçınılmaz oluyor. Hem ben tren yolculuklarını çok severim çünkü trenin içinden birçok farklı hayatı izleyebiliyorsun ve canının istediği herhangi bir durakta inip yolculuğuna oradan devam edebiliyorsun. Ülkenin nerdeyse her yerine çok ucuza $2-$30 arası) yolculuk yapabiliyorsunuz, fiyatlarda bilet aldığınız kompartımana göre değişiyor. Hindistan‘ın küçük şehirlerinde tren bileti ayarlamak meşakkatli ancak büyük şehirlerdeki istasyonlara turistler için ayrı bilet gişeleri kurulmuş ve bu gişelerden sadece turistler bilet alabiliyor, Hint halkı alamıyor. Bu yüzden vardığım her şehirden tren biletlerimi bu gişelerden alıyorum. Normal gişelerden alırsanız birkaç dolar daha ucuz oluyor ama maalesef bu kadar kalabalık nüfusu olan bi memlekette yer bulmak imkansız. İkinci olarak Indian Rail IRCTC telefonunuza indirmeniz hayatınızı kolaylaştıracak. Buradan bilet rezervasyonunuzu yaptırabilir, tren saatlerine bakabilir hatta treniniz gecikecekse bile hangi durakta olduğunu ve ne kadar gecikeceğini görebilirsiniz. Bazen yakın bir tarihe bilet almak istediğinizde turist kotasında dahi yer bulamayabiliyorsunuz ve “waiting list – bekleme listesi”nde yer olabiliyor. Eğer böyle bir şansınız varsa bekleme listesinden bir yer alabilir daha sonra sizin sıranız gelirse biletinizi onaylatabilirsiniz. Ve kesinlikle biletinizi onaylatmayı unutmayın çünkü onaylatmazsanız yeriniz başka birine satılabilir. Şöyle ilginç bir yanı da var; bekleme listesinden aldığınız bilet ile trene binebilirsiniz sadece size özel koltuğunuz olmaz, gelip burası benim yerim diye sizi kaldırabilirler 🙂

*** Tren biletinizi alırken mutlaka yanınızda pasaportunuzu bulundurmanız gerekiyor, kopyasını kabul etmiyorlar.

Yataklı Vagon Sınıfları

Hindistan’da bir şehirden başka şehire giderken genellikle 10 ile 20 saat arasında yolculuk yaptığım için gece treni ve yataklı olanları tercih ettim. Tabi yataklı vagonlarda fiyata ve konfora göre sınıf sınıf ayrılıyor.

First Class: Size ait kapısı bulunan, klimalı, çarşaf/battaniye/yastık verilen ve 2 – 4 yataklı kompartımanda kaldığınız en üst sınıf yataklı vagon. Vagonların kapıları genellikle trenin Second Class bölümlerinden geçiş olmaması için kapalı ve kilitlidir.

2A – AC 2 Tier: First Class sınıfından farklı olarak burada odanın kapısı yok, ranzanın hemen tepesinde bulunan perde çekiliyor ve 4 yataktan oluşuyor. Klimalı olduğu için akşamları buz gibi oluyor.

3A – AC 3 Tier: Burada 6 yatak bulunuyor; karşılıklı 3 yatak ve koridor tarafında ise altlı üstlü iki yatak. Perde yok ve beş dakikada bir çay ve Biryani satan satıcılar koridorda dolanıp duruyor.

SL – Sleeper Class: Çarşaf/battaniye/yastık yok. En düşük sınıf olması nedeniyle klima da yok. Kimin girip çıktığı pek belli değil ama en üst yatağa yerinizi alırsanız bir sıkıntı yaşamazsınız ben en çok bu sınıfta yolculuk yaptım ve hiçbir problem yaşamadım. Aynı zamanda eşyalarınızı da baş bölgenize koyarak uyursanız hırsızlık gibi talihsiz olaylardan kendinizi korumuş olursunuz. Temizlik ile ilgili takıntınız varsa bu sınıf sizi zorlayabilir. Hiç takılmam öyle şeylere diyorsanız rahatlıkla yolculuk yapabilirsiniz.

Jaipur

Jaipur, Varanasi‘den sonra bambaşka bir diyar olduğunu temizliği ile kanıtlıyor. Her zaman derim Hindistan’ı Varanasi’den keşfetmeye başladığım için hiçbir zaman pişman olmadım. Zordan başlamak ve ülkenin her halini baştan kabul etmek burayı sevebilmemdeki en büyük sebeplerden biri. Rajastan eyaletinin pembe şehri Jaipur şimdiki pembe haline 1876 yılında Galler prensi Edward’ı karşılamak için bürünmüş. O zaman ki mihrace Jai Sing II, tüm şehri pembeye boyama emri vermiş. Aynı zamanda mimariye çok düşkün olan bu mihrace sayesinde de şehirde göz kamaştırıcı yapılar inşa edilmiş. Jaipur’da kaldığım süre boyunca da hayranlıkla bu yapıları geziyorum. Peki, bunlar hangi mimari eserler?

  • Jaipur City Palace
  • Hawal Mahal (Rüzgar Sarayı)

  • Jantar Mantar (Astronomi Merkezi)
  • Amber Fort
  • Jal Mahal

Şehrin her bir noktasını Jaipur‘da bir araya geldiğim Nurgül ile gezdikten sonra mutfak alışverişimizi yapıp hostel’e doğru yola koyuluyoruz. Tek isteğim yemeğimi yapıp (kendi yemeğimi yapabilmek benim için inanılmaz bir lüks) Netflix dizilerinden birini seçip gebeş gebeş yatmak. Tam geri dönüş yolundayken Nurgül’ün Hint bir arkadaşı arıyor ve bizi yakın bir arkadaşının düğününe çağırıyor. Yemek yapmakmış, dizi izlemekmiş anında kafamızdan siliyoruz ve elimizdeki sebze poşetleriyle atlıyoruz bir taksiye.

Hint düğünü göreceğiz diye sevinçten bir oynamadığımız kalıyor. Düğünde çok güzel ağırlanıyoruz, insanlar o kadar enerjik, müzikler o kadar hareketli ki bir dakika dans etmeden yerimde duramıyorum. Çok keyifli bir akşam geçiriyor ve sırıta sırıta hostelimize geri dönüyoruz. Ertesi gün Nurgül yeniden yollara düşerken ben de Jaisalmer‘e gidecek olan akşam trenim için çantamı toparlamaya başlıyorum. Jaisalmer ile ilgili detaylı yazımı buradan okuyabilirsiniz.

Jodhpur

Çöl şehri Jaisalmer’de keyifli geçirdiğim 3 gün sonunda bu sefer yerel bir otobüsle Jodhpur’a doğru yol alıyorum. 5 saat süren yolculuk sonucunda Jodhpur‘a varıyorum. Varıyorum varmasına ama Varanasi’den sonra ilk defa yine yolda yürürken zorlanıyorum. İnsanlar fazla ısrarcı, Hint halkının özel alana saygı duymayışını kabullenmeme rağmen hala ayak uydurmakta zorlanıyorum. Jodhpur, Rajastan‘ın mavi şehri olarak biliniyor. Şehri maviye boyamalarının ise iki nedeni varmış; Hint kast sistemindeki rahip sınıf Brahmanlar evlerini diğer sınıflardan ayırabilmek için maviye boyuyormuş. Bu şekilde Brahmanların oturduğu mahalle olan, Brahmapuri şehre “mavi şehir” ismini vermiş. Aynı zamanda Hint tanrısı Shiva’nın rengi de mavi olduğu için evlerin bu renge boyandığı söyleniyor.

Bir diğer neden ise, mavi renk sivrisinek ve akrepleri evlerden uzak tutuyormuş. Her ne sebeple boyamış olurlarsa olsun evlere baktıkça insanın içi açılıyor. Bir de en sevdiğim yer saat kulesinin olduğu bölge oldu.

Hayat burada akıyor, ben öylece ortada dururken yanımdan inekler ve insanlar geçip gidiyor. İnsanların arasında durup günlük hayatlarını gözlemlemeyi seviyorum. Aynı zamanda saat kulesinin yakınında lezzetli omlet yapan küçük bir dükkan ve efsane lassileri olan başka bir dükkan var. Kaldığım gün boyunca çeşit çeşit lassilerinden deniyorum. Bu göbek boşuna büyümedi 🙂

Pushkar

Burası eskiden beri hippielerin mesken yeri olmuş. Şimdilerde de sokaklarında 7’den 70’e bir sürü canım hippieleri görebiliyorsunuz. Burası aynı zamanda Brahmanların şehri olarakta geçiyor ve Hindular için de kutsal bir yer.

Udaipur

Hindistan‘ın Venedik’i ve Rajastan‘daki en huzurlu şehirden gözüme çarpanlar…

Write A Comment

error: İçerik Korunuyor !!!