Kampot’a gelmeden önce gün batımlarının bu kadar çoşkulu olduğunu bilemezdim. Gökyüzüne baktığımda kulağımdan allegrolar eksik olmuyor. Havanın rengi maviden turuncuya oradan sarıya dönüşüyor en sonunda ise güneş kızıl bir patlamayla güzel yüzünü başka diyarlara göstermek için kayboluyor. Kamboçya’nın her noktasını tek tek gezemedim maalesef, ancak birkaç nokta belirleyebildim ve o belirlediğim şehirlerden en zevk aldığım yerlerden biri de Kampot oldu. Ne Phnom Penh kadar kaotik ne de Siem Reap kadar turistik idi. Hem Kamboçya halkıyla tanışabileceğiniz hem de bölgenin doğal güzelliklerini görebileceğiniz kendi halinde nehir kenarına kondurulmuş ufak bir şehir.
Siem Reap’ten Kambot şehri 10 – 11 saat arası sürüyor, yoldaki trafik durumuna bağlı. Başkent Phnom Penh’den geçeceğim için trafiğin nasıl olacağı her zaman kestirilemiyor. Şanslıyım ki 10 saatin sonunda – Asya’daki rahat yataklı otobüsler sağ olsun – uyuya uyuya Kampot’a varıyorum. Şehir merkezinde uygun fiyata bulduğum ilk hostel’e yerleşiyorum ve etrafı keşfetmeye çıkıyorum. Şehir merkezinde biraz dolandıktan sonra en sevdiğim yerin yine su kenarı olduğuna karar verip kendime her akşam nehir kenarında yürüyüş yapma sözü veriyorum 🙂 Okuduğum yabancı bloglardan da yola çıkarak ertesi gün nehir kenarındaki High Tide Hostel’e yerleşmeye karar veriyorum.
Fotoğrafta da görebileceğiniz üzere çok keyifli, şehirden uzak sevimli bir mekan. Gecelik yatak fiyatı 3 dolar, ortak alandaki hamaklarda uyumayı tercih ederseniz de 1 dolara konaklayabiliyorsunuz. Şehir merkezinden motosikletimi kiraladıktan sonra artık civarı keşfetmeye hazırım. İlk durak Bokor dağının en tepesindeki “French Ghost Town” olarakta bilinen Bokor Hill.
Bokor Hill
Kampot şehrini arkamda bırakıp Bokor dağına motosikletle tırmanmaya başlıyorum. 1,101 metre yüksekliğindeki dağa doğru çıktıkça hava iyice soğuyor. Yine de çok mutluyum çünkü yolda neredeyse kimse yok ve en uzak nokta bile ormanla kaplı. Burası aynı zamanda “French Ghost Town” olarakta biliniyor çünkü 1920’lerde Fransızlar dağın en tepesine otel, kumarhane ve kilise inşa etmiş ve binaları dört yıl içinde tamamlamak için binlerce Kamboçyalı işçi hayatını kaybetmiş, 1940 yılında da bu binaları terk etmişler.
O günden beri de yapılar metruk halde duruyor. Şu aralar eski oteli restore etme ve bütün şehri yeniden inşa etme planları var, burayı bir nevi Kamboçya’nın Las Vegas’ı yapmak istiyorlar. Bana göre ise tarihin acımasız yüzünü gösterebilmek için burası olduğu gibi korunmalı.
Fish Isle ve Tuz Tarlaları
Fotoğraflar çeşitli Khmer tarzı kulübeleri, yoldan geçenleri, yolda duranları, helloo diye peşime takılan çocukları ve sonu olmayan tuz tarlalarını içeriyor. Bugün Kampot şehir merkezine 15 dakika uzaklıktaki “Fish Isle” diye adlandırılan ufak tefek balıkçı köylerinin olduğu bir bölgeye gittim. Söyleyecek çok şeyim var ama şimdilik fotoğraflar konuşsun.
Kep Deniz Ürünü Marketi ve Kep Sahili
Güney Kamboçya’daki Kampot ve Kep şehirleri, sırasıyla iki şeyi ile ünlü: Lezziz Kampot biberi (burada ister restoranda yemek yiyin ister sokak yiyeceği tercih edin, tabağınıza taze karabiberi servis edeceklerdir) ve taze deniz ürünleri bulabileceğiniz Kep yengeç pazarı. Kampot şehrinden Kep Yengeç Pazarı yarım saat sürüyor. Kep’e geldikten sonra yolların güzelliğinden turistik bir yerde olduğumu anlıyorum. Buna rağmen sessiz sakin kafa dinlenebilecek bir kasaba. Ahşaptan yapılma derme çatma pazara girdiğim an dört bir yanım deniz ürünleriyle doluyor. Bir kaç Khemerli yeni tuttuğu yengeçleri satmaya çalışırken diğerleri pişirmek için ateş yakıyor.
Mantık çok basit, istediğiniz deniz ürününü satın alıp pişirilmesi için yandaki tezgaha veriyorsunuz. Yengeç pazarına 10 dakika uzaklıkta Kep’in bir de minik sahili var. Bana burası biraz Ege sahilindeki yazlıkçı yerleri anımsatıyor. Sanki köşeyi döndüğümde karşıma tavla ve okey oynayan insanlar çıkacakmış gibi hissediyorum.