Zaman geçtikçe gezme şeklim tamamıyla değişti. Artık başkentleri, metropolleri görmeyi en sona bırakıyorum hatta görülecek, beni etkileyeceğini düşündüğüm herhangi bir detay yoksa hiç uğramamayı tercih ediyorum. Kamboçya‘nın başkenti Phnom Penh için de böyle oldu. Khemer Rouge‘un izleri burada olmasa muhtemelen sadece uçağa binmek için gelecektim. Ne kadar acı verici bir tur olsa da buradaki insanları biraz daha iyi anlamak için Pol Pot dönemiyle ilgili her bir detayı görmek istedim. Bu kadar yakın tarihte böyle dehşet verici bir katliamın olması insanın kanını donduruyor. Kamboçya’yı gezerken ve insanlarla iletişim kurmaya çalışırken acı verici detayı aklımdan bir türlü atamadım. Her birinin acı bir hikayesi olmasına rağmen o zamanları kesinlikle konuşmuyorlar, ben de tüm sorularımın cevaplarını almak için kendimi Phnom Penh’in ölüm tarlalarına saklıyorum.
Kampot’a gelmeden önce gün batımlarının bu kadar çoşkulu olduğunu bilemezdim. Gökyüzüne baktığımda kulağımdan allegrolar eksik olmuyor. Havanın rengi maviden turuncuya oradan sarıya dönüşüyor en sonunda ise güneş kızıl…
Kamboçya’ya geldiğimden beri ilk yaptığım şey motor kiralayıp şehir merkezinden uzaklaşmak oluyor. Çünkü şehir dediğin yerde her şey aynı. A şehrindeki hayatı B şehrinde de görebilirsin; kopyala -…