Allahu ekber allahu ekber… Yerimden sıçrıyorum. Ezan sesi mi o? Neredeyim? Saat kaç? Oha yan tarafta biri horluyor?! Dur bir dakika sakin ol… Hafifçe telefonumun ışığını açıyorum, telefonumda lokasyon olarak Yangon yazıyor. Yolculuğa çıktığımdan beri ikinci kez nerede olduğumu bilmeden uyanıyorum, ezan sesini duymam ise ilk. Sürekli yer değiştirmenin dezavantajı olsa gerek. Yangon’daki üçüncü günüm, Bagan’a gitmek için erkenden otobüs bileti almıştım, yine bir hostelden çantamı alıp sessizce süzülüyorum. Bu sessizce süzülüp gitmeler bir süre sonra garip bir şekilde iyi hissettiriyor. Myanmar’daki ilk şehirlerarası yolculuğum için otobüste yerimi alıyorum. Otobüsün içi babaannemin evi gibi; her koltuk başlığı dantelle süslenmiş, baş ucumda kareli battaniye (o sıcakta ne battaniyesi demeyin, Asya’da hangi ulaşım aracına binerseniz binin dondurucudaki balıktan beter oluyorsunuz!), muavin kucağıma bir kutu bırakıyor içinde meyve suyu, bol şekerli bir hamur işi ve su var. Yolculuk uzun ama rahat geçecek diye uykuya tam dalmışken Myanmar’a özgü son ses çalan bir kliple…
“Myanmar’a adım attığımdan beri farklı bir boyuta geçmiş gibi hissediyorum. Sanki uçan ejderhaların üzerinde yolculuk ediyor gibiyim…” Yangon’a vardığım ilk gün günlüğüme böyle yazmışım 🙂 Neyse kaseti yine…
https://www.flickr.com/photos/bengibaytekin/36422303283/sizes/c/ Hsipaw’da üç günlük trekking’ten sonra çok mutlu ama aynı zamanda kelimenin tam anlamıyla bitik haldeydim. Bedenimi hiç bu denli zorlamamıştım, bu yüzden kaslarım ‘lütfen, lütfen rahat bırak…
https://www.flickr.com/photos/bengibaytekin/36355063992/sizes/c/
Myanmar’a adım attığımdan beri farklı bir boyuta geçmiş gibi hissediyorum. Sanki uçan ejderhaların üzerinde yolculuk ediyor gibiyim. O kadar büyüleyici ki fotoğraflarım ve kelimelerim yeter mi anlatmaya bilemiyorum. Doğası, eski pagodaları, yol boyunca akıp giden yemyeşil tarlaları ve insanları… En çokta insanları, daha önce hiçbir coğrafyada kalbim bu kadar sevgiyle dolmamıştı. Yanımdan geçip giderken el sallamalarıyla, sıcacık gülümsemeleriyle, yolda öylesine yürürken yemeklerini paylaşmak istemeleriyle beni sarıp sarmaladı bu ülke. Myanmar, 1962 yılından 2010 yılına kadar askeri rejim yüzünden kapalı kutu olarak kalmış. Aynı zamanda 1962 yılından öncede dünyanın en zengin ülkesiymiş. General Ne Win’in Burmese Way to Socialism kampanyası yüzünden de şu an halkın ortalaması oldukça fakir durumda. Yangon gibi büyük bir şehiri gezerken ülkenin yeni dünyaya adapte olmaya çalıştığını hemen anlıyorsunuz. Büyük lüks otellerin önünden geçen yalın ayaklı çocuklar, ‘’betel nut’’ satan arabaların hemen yanında yükselen alışveriş merkezleri… Nereyi incelesem diye şaşkın şakın etrafı izlerken, meraklı gözler de sizi izliyor. Onlar için hala çok farklısınız. Ülkenin kırsal kesimlerine gittiğimde ise gerçek Myanmar’la tanıştığıma memnun oldum. Hem doğası hem insanları hem yaşam şekilleri sanki 70’li yıllarda dondurulmuş gibi.