Bu sefer iniş takımlarımı açmayı unuttum ya da kasten bıraktım. İpin ucunu saldım. Sürekli telaş halinde dolanan zihnim ve öğretmen edasıyla onu eğitmeye çalışan Bengi’den yoruldum. Ben de bıraktım. Bu yolculuğun sonu nereye varır hiç bilmiyorum ve bilmemeyi o kadar çok özlemişim ki. Yeni Zelanda’ya konmadan birkaç ay önce bana ait olmayan bambaşka duyguları taşıdığımı şu an anlayabiliyorum. Uzak diyarlara gitmek isteyip ‘gidemeyenler’, çok uzağa gittiğim için üzülenler, hayatın karmaşasından kurtulma yolunun dünyanın bir ucuna gitmek olduğunu düşüneneler, Türkiye’den bir an önce çıkınca her şeyin çok kolay çözüleceğini inananlar… Bir kurtarıcıya ihtiyaç duymak, mental tüm sorumluluğu birine yüklemek ve bir yaratıcının varlığına inanmak ne kolay. Hiç sorumluluk almadan, kendi karmaşalarını tek başına çözmeden, hiç büyümemeyi dilemek, ne kolay. Fark ettim ki kendi çekmecelerimi doldurmak yerine buyur sana tertemiz bir köşe diye hep başkalarına yer vermişim. Bıraktım. Çekmecelerin havalanmaya ve sadece bana ait olanlarla dolma vakti. İşte, ben de bu yüzden…
Tag