Zaman geçtikçe gezme şeklim tamamıyla değişti. Artık başkentleri, metropolleri görmeyi en sona bırakıyorum hatta görülecek, beni etkileyeceğini düşündüğüm herhangi bir detay yoksa hiç uğramamayı tercih ediyorum. Kamboçya‘nın başkenti Phnom Penh için de böyle oldu. Khemer Rouge‘un izleri burada olmasa muhtemelen sadece uçağa binmek için gelecektim. Ne kadar acı verici bir tur olsa da buradaki insanları biraz daha iyi anlamak için Pol Pot dönemiyle ilgili her bir detayı görmek istedim. Bu kadar yakın tarihte böyle dehşet verici bir katliamın olması insanın kanını donduruyor. Kamboçya’yı gezerken ve insanlarla iletişim kurmaya çalışırken acı verici detayı aklımdan bir türlü atamadım. Her birinin acı bir hikayesi olmasına rağmen o zamanları kesinlikle konuşmuyorlar, ben de tüm sorularımın cevaplarını almak için kendimi Phnom Penh’in ölüm tarlalarına saklıyorum.


Koh Samloen adasında koca 10 günün nasıl geçtiğini anlamadım bile. Huzurlu, sakin, kendi kendime kalabildiğim nadir ve değerli on günüm hızla geçip gidiyor. Bu arada başkent Phnom Penh‘e gitme telaşı dört bir yanımı sarıveriyor. Kiminle konuşsam bir kolunu kaptırmadığı kalmış. Phnom Penh deyince herkes hırsızlık hikayesini anlatmaya başlıyor. Söylenenleri kulağıma küpe ederek yola çıkıyorum. Otobüsten inmeden önce kalacağım yeri haritadan belleğime iyice kazıyorum ki telefonu cebimden çıkarmak zorunda kalmayayım; öyle gerginim. Hostel’e varıyorum ama içeride her yere çantanızı şöyle taşıyın, telefonunuzu elinizde taşımayın, aman bel çantası kullanın gibi uyarılar asmışlar.

Nasıl bir şehre geldim diye söylenirken acıktığımı fark ediyorum. Dışarı çıkmam lazım. Korkularımı bilincimin gerilerine atıyorum; bu şehirde bir sürü insan yaşıyor ne olabilir diye gece pazarına yürümeye başlıyorum. Meyve satan bir teyzeden alışveriş yaparken teyze birden “Yalnız mısın?” diye soruyor.” Birbirimize şüpheyle bakıyoruz, 7 aydır bir kişi bile böyle bir cümle kurmamışken ne diye sordu ki şimdi bu soruyu? Şu an yalnızım diye soruyu geçiştiriyorum. Suratıma bir iki saniye bakıyor; “Dikkat et” diyor. Korku filmi gibi. Meyveleri alıp hızla tezgahtan uzaklaşıyorum, hostele dönüyorum. Hırsızlar değil ama insanlar inanılmaz geriyor.

Ertesi sabah şehri turluyorum. Şehrin içinde birkaç çarşı pazar dışında görülecek pek fazla şey yok. Eski çarşı pazar gezip insanların günlük hayatlarını izlemek daha hoşuma gidiyor. Ben de kalbimin sesini dinleyip Central Market’e gidiyorum. “Central Market” diğer adıyla da “Phsar Thmei“. 1937 yılında Vann Molyvann tarafından inşa edilmiş, binanın yapısı da içindeki olağan hayat da etkileyici. Bu kubbenin altındaki pazarda günlük ev alışverişi yapanlar, ellerine oje sürdüren sıra sıra dizilmiş insanlar, berber dükkanları, elektronik eşya satanlar, kasaplar hepsi bir arada toplanmış. Uzun uzun insanları izleyip fotoğraf çektikten sonra artık Pol Pot dönemini dinlemeye hazırım.

Kan Dondurucu Katliam: Pol Pot Dönemi

Asıl adı Saloth Sar olan Pol Pot‘un kendi ülkesine ve halkına bu kadar zarar vereceği kimin aklına gelirdi. Saloth, Fransa’ya eğitim görmek için gitmiş çiftçi bir ailenin oğlu. Gençliğinde siyasi olarak oldukça aktif ve Kamboçya’da o sıralarda iç savaş var, bu durumda da herkes bir taraf seçmek durumunda kalıyor. Pol Pot’da tarafını komünizm olarak seçiyor ancak bu yapıya hastalıklı bir şekilde bağlanmaya başlıyor. Kamboçya’ya geri döndüğünde bir süre öğretmenlik yapıyor daha sonra Maocu bir gerilla örgütüne katılıyor ve kısa sürede hızla yükselerek örgütün başına geçiyor. 100,000 kişilik asker ordusundan oluşan örgüt de Khmer Rouge (Kızıl Khmer) adıyla anılıyor. 1970 yılında ülkede olan darbe sonrası Çin’e kaçan Kral Sihanouk’da Pol Pot’un ekmeğine yağ sürüyor ve Saloth kralı deviren orduya karşı savaş açıyor, böylece ülkenin yeni başbakanı oluyor. Başbakan olur olmaz hastalıklı düşüncelerini gerçekleştirmeye başlıyor.

Pol Pot‘un ideolojisine göre ülkede sadece köylü sınıfı olmalıydı. Bu amaçla ülkenin tüm aydınlarını, bilim adamlarını, sanatkarları, ağır koşullar altında pirinç tarlalarında çalışmaya zorladı. Tüm şehirleri, hastaneleri yıktı, okulları kapattı, tapınakları yakıp yıktı. Başta eğitimli kesim olmak üzere herkesi tutuklattı ve yüzlerce insanı birçok hapishanede tek hücrelere kapattı. Para kullanımını yasakladı, merkez bankasını yok etti. O sırada ülkede bulunan turistleri, herkesi sorgusuz sualsiz yakalıyorlardı. Tarlalarda çalışamayacak olanları orta çağ işkence yöntemleriyle öldürdüler.

Öldürmeden önce S-21 hapishanesinde akıl almaz işkenceler yapıldı, aç bırakıldı, açlıktan ya da dayaktan ölmeyenler kamyonlarla en yakındaki tesislere götürüyor bu tesislerde gözleri bağlananlara genellikle palayla, zincirle, baltayla defalarca vurularak öldürüldükten sonra kafaları bedenlerinden sökülüyordu, silah kullanmıyorlardı çünkü kurşun o zamanlar pahalıydı. Sadece yetişkinler değil bebekler de annelerinin kucaklarından alınıp ağaca vurularak katlediliyordu.

Khemerli belki de yıllarca yan yana yaşadığı komşusunu aynı şeyleri yaşamamak adına acımasızca katlediyordu. Pol Pot’a göre sistematik bir düşünce temelden yıkılmalıydı bu yüzden çoluk çocuk demeden kendi hastalıklı düşüncesini yaymak için herkesi ortadan kaldırmak istiyordu. Verilere göre 3.3 milyon Kamboçyalıyı öldürdü (1975-1979). Bu katliamlar Vietnam ülkeyi işgal edinceye kadar sürdü. Ülkede 1991 yılında seçimler yapıldı. Kızıl Khmerler 1997’de Pol Pot‘un ölümüyle tamamen dağıldı. Bugüne kadar hiçbir Kızıl Khmer maalesef yargılanmadı. Ölüm tarlalarını ve Tuol Sleng Soykırım Müzesini gezerken bir süre sonra devam edememeye başlıyorum. Kulaklıktan anlatılan hikayeler ve fotoğraflar bir araya gelince dehşete kapılıyorum.

 

2 Comments

  1. Pol Pot’u ilk defa Instagram hesabında gördüm. Böyle büyük bir dehşetin yaşandığından bile haberim yoktu. İlgimi çekti araştırdım, inanamadım. Bu güzel yazın için de ayrıca teşekkürler.

Write A Comment

error: İçerik Korunuyor !!!